Milli mesainin ardından Nisan’daki sıkışık fikstüre eksikler de göz önüne alındığında Sivas deplasmanında başlamak Trabzonspor için kâğıt üzerinde sıkıntılı bir durum teşkil ediyordu. Fakat beklenildiği gibi çetin bir maç olmadı aslında.
Daha çok geçiş oyunlarıyla öne çıkan klasik Rıza Çalımbay takımı sahadaydı. Ve bu maçta bu plan neredeyse sadece Gradel üzerine kuruluydu. Maç boyunca tehlike yaratma potansiyeli olan pozisyonlar yakalasalar da fazla olgunlaştıramadılar.
Trabzonspor ise milli araya girmeden evvelki son Ankaragücü maçından çok uzak bir görüntü sergiledi. Bloklar arasındaki kopukluk, takım boyunun bir hayli uzun olması, pas trafiğindeki hızın düşük oluşu çokça göze çaptı. Elindeki Nwakaeme, Ekuban, Bakasetas gibi kaliteli ayaklara rağmen ileride bir türlü çoğalamayan, dolayısıyla oyunu rakip yarı alana kısa bir sekans bile olsa yıkamayan bir Trabzonspor izlemek bu maç özelinde üzücüydü. Sezon başında kadroda yaşanan erozyonun tabii ki bugüne sirayet ettiği gerçeği göz ardı edilemez fakat görece kötü haldeki Sivasspor’a karşı, 1 puana razı bir takım değil, daha istekli, daha ritimli bir takım görebilmeyi beklerdim.
Bakasetas’ın 8 olduğu Ankaragücü maçındaki benzer yapı keyif verebilir fakat Milli takımından dönüp, tek ter idmanı ile sahada olan futbolcuyu, kaleye olabileceği en uzak noktada savunma önünde birkaç kez top çıkartırken görmek, beklenen Abdullah Hoca takımına zıt bir durumdu kanaatimce. Belli ki Abdullah Hoca, Yunus’u oynatarak önümüzdeki sezona hazırlamak istiyor fakat Yunus’un fiziği bu haldeyken 80 dakika oyunda tutmak, yorgun Bakasetas’ın yükünü daha da arttırmak, bile bile lades olmaktı. Nitekim Nwakaeme’nin tıpkı Erzurumspor maçında olduğu gibi derine gelip oyun kurmaya çalışması, Yunus’un da verimli olamadığının bir işareti gibiydi…
Taraftar her zaman ilk önce sonuca bakar. Bu ortamda, hem pragmatik bakış açısıyla, hem önümüzdeki sezona yönelik denemeler ile yürümeye çalışmak da pek tabii bir yoldur fakat doğru deklere edilmesi kaydıyla. Aksi takdirde gelen eleştiriler ekseriyetle yapıcı değil yıkıcı sonuçlar doğuracaktır.
Öte taraftan maçın belki de tek güzel yanı, gün geçtikçe değerine değer katan “Milli Eldiven” Uğurcan’ın, ayaklarını en riskli anlarda bile son derce soğukkanlı ve oyun görüşünü ön plana çıkaracak şekilde doğru kullanmasıydı. Günümüz futbolunda en tepede yer alan elit takımların kalecilerde aradıkları ilk özelliklerden birinin ayak kullanımı olması, şüphesiz Uğurcan’ın onların radarına boşuna girmediğinin de bir göstergesi…